Çizgi filmler ile aldatıldık
- Ömer Yıldırım
- 22 May 2021
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 25 May 2021

Çocuk... Evet, bu ifadenin ardında büyük bir sevgi, büyük bir bağlılık ama büyük bir endüstri ve sömürü de yatmakta. Bir ölçüde, hepimizin yumuşak karnı sayılabilecek olan çocuğa, asla hayır diyemeyeceğimiz öteki ve en sevimli halimiz diyebiliriz. Bu nedenle Gözümüz her daim onun üstünde; o her daim gönlümüzün en müstesna yerinde durur. Kendimiz için her şey, nasıl olsa olur da onun için asla! Bu nedenle onun maruz kalacağı her şeyi, titizlikle araştırır, soruşturur, gece gündüz gözler ve irdeleriz. Peki, bunca çaba her daim varır ve arzu edilen hedefe ulaşır mı ya da çabalarımızda başarıya ulaşır mıyız diye sorulursa… Bilinçsiz ve bilgisizce ama daima iyi niyetle attığımız adımlar, çoğu zaman yağmurdan kaçarken doluya tutulmamıza sebep olur. İşte, Hesap harici olarak doluya tutulmanın örneklerinden biri hatta bize göre, en önemlisi… İrdeleyelim mi?
Basit bir soruyla girelim gelişme bölümüne makalenin: Evvela, çocuğu nasıl tanımlıyoruz? Yani Çocuk nedir ya da çocuk kimdir? Bu sorulara muhatap olan okuyucularımızın her birinin, kendince bir izahı vardır muhakkak. Elbette hiçbiri yanlış değil; verilen cevapların arasında doğru olan da doğruya yaklaşan ya da uzaklaşan da vardır elbet. Zaten bunun da peşinde değiliz. Öyle ya da böyle verilen cevaplar değil irdeleyeceğimiz şeylerin ilki. Vehamet cevap verenle çocuğu arasındaki ilişki ile ilgili. Çünkü tanımlama ile birlikte, tanımlayanın çocuğu ile olan ilişkisinin de nasıl şekilleniyor olduğunun ipucu ortaya çıkıyor. Garip olan ise yukarıdaki sorulara verilen cevaplarla ortaya çıkan iplerin ucu varıyor; hep aynı ya da yakın noktalarda düğümleniyor. Buna göre... Ve genelde çocuğu, neredeyse toplumun tüm bireyleri, evlerinde bulunan ve sahip olduğu değerli her hangi bir objeden farksız görürcesine muamele ediyor. İşte, “pedikoproblem” bu düzlemde ortaya çıkıyor. Buna bağlı olarak mesela;
İnsanlar, birbirleri ile tanışırken yanlarında duran çocuğu işaret ederek; “Küçük sizin mi?” sorusunu soruyorlar. Hemen ardından, çocuğa uzanıyor eller ve herkes, onun üzerinde sınırsız bir tasarruf hakkı varmış gibi mıncıklıyor; yanaklarını sıkıyor ve öpüyor. O yıl çocuk yaşında olan aynı kişiye, on sene sonra benzer bir muameleyi gösterdiğimizde bu davranış, ya kavgaya vesile oluyor ya da davalık oluyor. Neredeyse her anne-babanın hatta yakın akrabanın sahip olma duygusu ile büyüttüğü her çocuk, emin olunuz ki belli bir yaştan sonra da ait olma duygusu peşinde koşacak. Hülasa, eşlik edip yol göstermek ile esir etmek arasında gidip gelmekte olan bireylerin oluşturduğu bir toplumun parçasıyız hepimiz. Istisnalar o kadar az ki üç ya da beş...
Toplumun çocuğa bakışı vahim! Çocuk, gelişmekte olan "olgunlaşmamış insan yavrusu" ve "yetişkin olmayan yurttaş" olarak görülmekte ve biyolojik, toplumsal, hukuksal ve ekonomik ölçütlere göre tanımlanmakta. Çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimi kıstas alındığında, bebekliğin sona erdiği evre olarak düşünülen yaşamın ilk on iki ayı sonrasından, on beş yaşa kadar olan süreç, çocukluk dönemi olarak kabul görmekte. Bununla birlikte Batı ülkelerinin bazılarında çocukluğun on iki yaşına kadar sürdüğü de kabul edilmekte.
Şu bir hakikat ki… Çocuk ve çocuğa ait yaş sınırları, iklim kuşaklarında, farklı coğrafyalarda, hatta başka başka kültürlerde dahi uzayıp kısalabilir. Bunu normal karşılamak durumundayız. Bununla birlikte bu göreceli normallik içerisinde kabul edilen çocukluk döneminin, Her nerede ve nasıl olursa olsun müspet bir düzlemde ilerlemesi şart! Çocuklar için normalitenin dışına çıkılması asla düşünülemez! Bununla birlikte, ne yazık ki hayatın gerçeği böyle değil. Tarihin hemen hemen her devrinde antinormalite, çocuk hayatının bir parçası olmuş durumda. Özellikle “Sanayi Devrimi”nden sonra Batı’da, bizde ise Batı standartlarının kabulünden itibaren çocuk hayatlarında, bir takım menfi gözlemden söz etmek mümkün. Bu anlamda, yetişkinler ile çocuklar arasında sınır oluşturan alkol tüketimi, uyuşturucu kullanımı, cinsel ilişkiye girme, kriminallik gibi eylemlerin gerçekleştirilmesi de her toplumun “göz bebeği” sayılan çocuklar arasında da yaygınlaşmakta. En kötüsü normalleşme ve kabul edilirliği artmakta…
Malum! Tipografik kültürden, elektronik kültüre geçilmesiyle beraber yetişkinler dünyasına ilişkin sırlar ortadan kalkmaya başlamış durumda. Buna bağlı olarak, çocukluk ile yetişkinlik arasındaki sınırlar da belirsizleşmiş, Toplum bir türbülasyona girmiş durumda. Bu hengâme de çocuk, yetişkinlerin kendileri için bilinçli tercih olan tüketime, sürü psikolojisi kullanılarak bilinçsizce yönlendirilmekte artık. Ya da “cennet okuları”nın bizzat kendileri, bir tüketim sermayesi haline getirilip nesneleştirilmekte. Özne olma halleri elinden alınıp birer nesne konumuna sokulan çocukların, çocuklukları hedefte nice zamandan beri. Etrafımız yok olmuş çocukluklar mezarlığı... Ya yetişkin olmanın ulaşılmazlığı ne âlemde bu arada…
Ne olacak!? Çocuklar, her şeyi bildikleri, yetişkinlerin sahip olduklarına sahip olabildikleri ve saklı sırları da öğrendikleri için artık yetişkin olmanın da bir anlamı kalmamış durumda.
Aslında, medya çağının yeni dünyasında yetişkinler, gençlerden daha fazla otoriteye sahip değildir çünkü herkes aynı nesle ait. Bu nedenle yetişkinlerin çocuklar üzerindeki otoritesi de kaybolmakta. Bunun yanında çocuklar, tüm sırları keşfettikleri için kendilerine en çok yakışan şeyi meraklarını da kaybetmiş durumdalar. Hayret etmek, yalnızca çocuklarla yetişkinlerin dünyasının ayrı olduğu ve çocukların sordukları sorularla yetişkinlerin dünyasına girmeye çalıştıkları kültürlerde gözlenmekte. Yetişkinler, çocuklarla aynı enformasyona, aynı bilgiye, aynı görsele ve aynı ve sayısız malzeme ve materyale muhatap olup maruz kaldıkları için anlatabilecekleri farklı bir şeyleri kalmamış durumda. Yani hayal, düş ve masal bitti. Bunu sağlayan televizyon, sinema, internet kısacası medya... Bu saydığımız becerikli enstrümanlar, çocukların ve yetişkinlerin dünyalarını birbirine yaklaştırarak içiçe geçirdiğinde, sırların yarattığı merakı gidermekte ve böylece "hayret etmek" de kendiliğinden ortadan kalkmakta. Merakın yerini ise Sinizm[1] ve daha da kötüsü ukalalık almakta. En ücra duygulara seslenen enformasyon, nesiller arasında meraksızlığa ve yaşlılar ile gençler arasında var olan eğitim ilişkilerinin ortadan kalkmasına neden olmakta.
Hemen hemen her toplumda yetişkinler, çocuklarını, tanımadıkları yabancı birine emanet edemez ve de kimseye güvenmez iken büyük bir tehlike olabilecek Televizyon programları, klipler ve çizgi filmler ile baş başa bırakabiliyor.
Soralım şimdi o yetişkinlere, çocuk sahibi anne ve babalara… Bu iyi niyetli ve tedbirli düşünce ile çocukları büyük tehlike karşısında savunmasız bıraktığımızı düşündünüz mü hiç? Ya da niye düşünmüyorsunuz? Veya ne zaman düşüneceksiniz?
Buraya kadar anlattıklarımız konuya teorik bir bakışta… Gelin, buradan Itibaren, meseleyi bazı örnekler üzerinden, inceleyerek devam edelim konumuza. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz çizgi film kahramanları çizgi film dünyaları ve doğrudan doğruya çizgi film çizgileri üzerinden…
ŞİRİNLER

Malum çocuklarımızı, emanete alan bu filmlerden biri, o küçük o mavi ve mantar evlerde yaşayan orman varlıkları ŞİRİNLER… O halde irdelemeye gerçek isimleri The Smurfs (Şirinler) olan çizgi film ile başlayalım.
“Peyo” lakaplı Belçikalı karikatürist Pierre Culliford’un eseri olan “Şirinler”, 1958 tarihinde yazıldı ve 1981 yılından itibaren televizyonlarda gösterilmeye başlandı. Bütün dünyada, büyük ilgi gördü; çocuklar tarafından çok sevildi. Şirinler’in yaratıcısı Peyo, tam bir Sovyet hayranı ve Komünist bir karikatüristti. Çizgi filmi Şirinler’de de çocuklara, bol bol komünizm propagandası yapmaktan da geri durmadı tabii ki. Şirinler’deki sosyalist – komünist mesaj ve sembolller, imajlar, yıllarca çeşitli platformlarda tartışma konusu oldu.
O halde şimdi de Şirinlerin ne kadar “şirin” olduklarına bakalım mı?
Çizgi filmin İngilizce adı olan “Smurfs”, aslında “Socialist Mens Under Red Father” (kızıl babanın yönetim altındaki sosyalist adamları) ifadesinin baş harfleri olarak biliniyor. Buradaki “Kızıl Baba”dan kasıt, başında kızıl şapka olan Şirin Baba, “sosyalist adamlar”dan kasıt da tabiî ki mavi kıyafetli Şirinler halkı. “Şirinler” çizgi filminin şarkısı da, “sosyalist enternasyonal” marşının ritmiyle tıpatıp aynı.
Şirinler’in lideri Şirin Baba, tıpkı sosyalizm – komünizm kurucusu Karl Marx’a benzetilerek çizilmiş. Sakal aynı sakal; karakter ve kişilikleri de benzer. Şirin Baba’nın başındaki şapka ise, komünizmin ideolojik rengi olan kırmızı. Hepsi de aynı tip ve renk elbise giyen Şirinler’in bu mavi rengi, genel bir iş elbisesi aslında ya da işçi tulumu... Ayırt edici şapkaları ve mavi derileriyle, Komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Mao Zedung Komünü’ndeki “Mao kıyafetleri”ni anımsatır alıcı gözle izleyenlere.
Şirinler’de “para” diye bir kavramın olmaması, para biriminin bulunmayışı (yani anti-kapitalizm), köyde herhangi bir ibadethane bulunmaması, tamamen dînsiz bir hayat sürmeleri (yani ateizm), iş bölümü ve yardımlaşma ile köyün gelirleri ve giderlerinin köy içinde yaşayanlara eşit şekilde pay edilmesi (yani sosyalizm), ayrıca herkesin yeteneği ve becerisi olduğu işi yapması, ihtiyaç olan kadar üretilip ihtiyaç olan kadar tüketilmesi (yani komünizm), aile ve evlilik kurumunun olmayışı, köyde sadece bir kızın (Şirine) oluşu ve herkesin aynı kızla ilişkiye girmeye çalışması (yani feminizm), Şirinler arasında en sevimli olarak çizilen ve çocuklara sempatik gösterilmeye çalışılan şirinin, şapkasına çiçek takan, erkek olmasına rağmen, karakteri kız gibi olan air Şirin oluşu (yani eşcinsellik) işaret sayılmakta…
Yani Şirinler ve Şirinköy tamamen ateist inançla çizilmişken, Şirinler’in baş düşmanı olan Gargamel’in baştan aşağı dînî motiflerle bezeli bir kötü adam olarak çizilmiş olması elbette tesadüf değil. Onun giydiği kıyafet, bir Hıristiyan papaz ile daha doğrusu keşiş giysisi ile aynı çizgileri taşır.
Daha da ötesi var. Papaz ya da keşişe benzetilmiş olan Gargamel, aynı zamanda Siyonist bir Yahudî tiplemesi sayılabilir. Zaten ismi (Gargamel) de İbranîce’dir. Çizgi filmde Amerikan emperyalizmini sembolize etme görevi de de unutulmamış. Şirinler “sosyalist toplum”u, Şirinköy SSCB’yi, Gargamel ABD’yi temsil ederken, Gargamel’in kedisi Azman da ABD’nin küçük uşağı ve suç ortağı Siyonist İsrail’i sembolize etmekte. Gargamel’in kedisinin ismi Türkçe “azman” olarak çevrilmiş olsa da orijinal adının “Asrael” olduğunu atlamayalım.
“Yakalayacağım, bir gün mutlaka yakalayacağım!” sözüyle yürüyen Gargamel, sosyalist ülkeleri ele geçirmek isteyen ABD Emperyalizminin küresel hayâlini kelimelere dökmekte aslında. Son olarak şunu ekleyelim ki meselenin hiç de masum olmadığı anlaşılmış olsun. “Şirinler” çizgi filmi, “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle bazı ülkelerde yasaklanmış durumda. Ayrıca, bu çizgi filmin 1981 yılında yayınlanmaya başladığını da unutmayalım.
HE-MAN

Gelelim Dünyayı Kurtaran Kahraman HE – MAN’e. Bakalım orada ne herzeler yenmiş? Döneminin, en çok izlenenleri arasında yer alan He-Man, 1983 – 85 arası ve tam 130 bölüm yayınlandı, Türk televizyonlarımızda da... “He – Man” adlı bu çizgi filmin hedef kitlesi daha çok erkek çocuklarıydı ve çizgi filmdeki çeşitli sembol ve imgeler yoluyla küçük çocuklara ağır bir nazizm/faşizm propagandası yapılmaktaydı.
He – Man, Eternia prensi “Adam”ın süper kahraman olan “alter egosu”ydu. Grayskull Castle (Gölgeler Şatosu)’ın gizli güçleri, Adam’ın kılıcı ile ilişkiliydi. Kılıcını havaya kaldırıp; “By the power of Grayskull, I have the power!” diyerek işe başlayan He–Man, kısa bir değişim ile birlikte çok güçlü bir süper kahramana dönüşmekteydi. Bu söz Türkçeye “gölgelerin gücü adına, güç bende artık!” olarak çevrilmişti. He–Man’in yanından ayrılmayan yol arkadaşı korkak kaplan “Cringer” (Titrek) bu sihirli söz ve kılıç sayesinde, o da patronu gibi değişime uğruyor bir anda “Battlecat” (atılgan) oluyordu.
Tip ve görünüş olarak tam bir “Alman ırkı” şeklinde çizilen He-Man karakterinin üniformasının tam ortasında “The Grand Cross of the Iron Cross” demir haçın büyük haçı bulunmaktaydı. Bu nişan, II. Dünya Savaşı (1939 – 45)’ndan eğer Almanya başarılı olarak çıksaydı, savaştaki en başarılı Alman generaline takdim edilecek olan nişandı.
Çizgi kahraman He–Man bütün gücünü yıldırımdan alan biriydi. Ve belindeki kemerin üzerinde yıldırım şeklinde SS harfleri bulunmaktaydı. Bu hem Nazi Yıldırım Savaşı prensiplerine, hem de Nazi sembolü olan ve kısaca SS olarak bilinen Schutzstaffel Nazi askerlerinin koruma zırhını sembolize etmekteydi.
He–Man, savaş esnasında zırhlarla çevrili yeşil bir kaplanın üzerine biniyordu. “Kaplan” (Tiger), Almanlar’ın savaş sırasında kullanmış oldukları, iki tür yeşil renkli ve ağır zırhlı “Tiger I” ve “Tiger II” tanklarının adıydı.
TEMEL REİS

Şimdi ise analiz masamızda TEMEL REİS var. Elzie Crisler Segar tarafından 1929 yılında çizilen Temel Reis, aslında bir resimli roman kahramanıydı; 1933 yılında ise ilk çizgi filmi yapıldı. Türü içerisinde Temel Reis, en yaşlı çizgi film kahramanlarından biridir. Filmin genel hikâyesinde denizci olan Temel Reis ile sevgilisi Safinaz’ın ve düşmanı Kabasakal’ın maceraları anlatılmaktaydı. Reis, gücünü sürekli yanında taşıdığı ıspanak konservesinden almaktaydı. “Ee, bunda da olumsuz çağrışımlar var mı?” diye soruyorsunuzdur şimdi. O halde buyurun; en faydalı ve masumlar arasında “görünen” bu çizgi film ile ilgili bazı okumalar yapalım.
Bu film ile birlikte izleyenlere şu mesajlar veriliyordu: Sevgilini, asla tek başına bırakma, döndüğünde yanında başkasını bulabilirsin. İnce uzun kadınların talibi çok olur. Kavga ederken, en büyük kozunu hep sona sakla; yenileceğini anladığında kullan. Kadınlar, denizci üniformasına bayılır. Ispanak, sadece gerektiğinde tüketilmeli...
Örnekler üzerindeki analizimize burada son verip Kanada’daki Ottawa Üniversitesi ile İngiltere’deki Unıversity College London’un çizgi filmlerle ilgili yapmış olduğu araştırmaya bir göz atalım istiyoruz. Bu araştırmadan çıkan sonuç, tek cümleyle şöyle izah edilmekte: “Çizgi filmler, sandığınız kadar masum değil!”
Araştırmaya katılan bilim insanları, yaptıkları çalışmalarında, 1937-2013 yıllan arasında çekilen ve gişede başarılı olan 45 çizgi filmi incelemiş. Araştırma sonucunda, birçok çocuğun ilgiyle izlediği çizgi filmlerin yetişkinlere yönelik yapımlardan daha fazla ölüm ve cinayet sahnesi içerdiği ortaya çıkmış.
1937 yapımı “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” ile başladıkları incelemeler, 2013 yapımı “Karlar Ülkesi”yle tamamlanmış. Sonuçlara göre, çizgi filmlerdeki ana karakterlerin ölme oranı, yetişkin filmlerindeki karakterlerin ölme oranından 2.5 kat daha fazla olarak tespit edilmiş. Çizgi kahramanların ‘cinayete kurban gitmesi’ ise yine yetişkin filmlerin 3 katı. Çizgi filmlerin üçte ikisinde ana karakterlerin ölüm sahnesi ekrana gelirken, bu oran yetişkin filmlerinde yüzde 50’de kaldığı görülmüş. Uzmanlara göre çok fazla şiddet sahnesi içeren çizgi filmler arasında; “Kayıp Balık Nemo”, “Tarzan”, “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin”, “Uyuyan Güzel” gibi filmler bulunumakta.
Araştırmacıların incelediği gişede başarı elde etmiş çizgi filmlerdeki şiddete ilişkin araştırmadan bazı başlıklar şöyle: Yukarıda söylendiği gibi çizgi filmler, yetişkin filmlerine oranla 2.5 kat daha fazla ölüm ve cinayet içeriyor. Çizgi filmlerdeki ölüm nedenlerini başlıcaları; hayvan saldırısı ve yüksekten düşme, olarak görülmekte... Ayrıca hastalıktan ölme, silahla yaralanma ve araba kazası da ölüm nedenleri arasında yer alıyor. Ölümlerin, genel olarak filmin ilk dakikalarında ortaya çıktığı tespit edilmiş. Mesela, “Kayıp Balık Nemo”da Nemo’nun annesinin, henüz filmin 4′üncü dakikasında bir Barakuda balığı tarafından yenmesi, Tarzan’nın ailesinin 4′üncü dakikada bir Leopar tarafından öldürülmesi gibi örnekler var.
Ailesi henüz filmin başında erkenden ölen bir kahramanın, çizgi filmi izleyen çocukları olumsuz etkilememesi düşünülebilir mi? Bu nedenle bu ve benzeri sahneler, çocuk ruhunda ağır travmalara neden olabiliyor.
Bu örnekler çoğaltılabilir hatta kitaplaşabilir de. Fakat hayatta konuşulması, izlenmesi, dikkat edilmesi gereken o kadar çok mesele varken bir nebze de bu hususa da dikkat edilmeli diyerek kaleme alındı bu yazı. Bir drama eğitmeni ve çizgi film yönetmeni olarak sahsıma sorulduğunda, sürekli süper kahramanlardan uzak durulmasını tavsiye ediyorum anne ve babalara ya da çocuk sahibi olan yetişkinlere. Çocukları hatasız ve noksansız bir hayata değil (ki öyle bir hayat yok!) engelleri nasıl aşarız soruları ve çözümleri ile dolu bir hayata hazırlamalıyız. Aslında en ideali de modern deyim ile birlikte olarak “kaliteli zaman” geçirmek... Küçük yaşlarda yalnızlaştırılan o küçükler, ilk gösterilen ilgiye el uzatacaklardır. Artık bu çizgi film mi olur, bilgisayar oyunu mu olur, yoksa yabancı bir el mi olur bilemeyiz?
[1][1] İnsanın erdem ve mutluluğa, hiçbir değere bağlı olmadan, bütün gereksinmelerden sıyrılarak bağımsız olarak erişebileceğini savunan Antisthenes'in öğretisi, kinizm.
Comments