Anlatacak çok az masalımız var
- Ömer Yıldırım
- 22 May 2021
- 7 dakikada okunur

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Ben deyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı, Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi. Vay ne köşe bu köşe! Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe; bu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, şu köşe güz köşesi, diye iki tekerleyip üç yuvarlarken aşağıdan sökün etmez mi Maraş paşası! Hemen bir sarıya bir fare deliği bulup, attım kendimi dışarı; gel gelelim şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı; bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı! Az gittim uz gittim… Dere tepe düz gittim. Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek; soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim. Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim, gide gide bir arpa boyu yol gitmişim! Vay başıma, hay başıma; bu yol bitecek gibi tükenecek gibi değil, ya bir devlet kuşu konsa başıma, ya da alsa beni kanadına kaşına, demeye kalmadı bir de gördüm ki, ne göreyim? Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıyla, Zümrüdüanka dedikleri değil mi? Kafdağı’nın üstünden süzüm süzüm süzülüp geliyor. Bakın hele! Yüzü insan, gözü ahu. Ne maval, ne martaval. İşitilmedik bir masal!
…
Bu satırları okurken sizler de tebessüm ettiniz değil mi? Hatta yakınınızda bir çocuk varsa ona da seslendiğinizi duyar gibiyim. Çünkü bu tekerlemeler, devamında gelecek bir masalın habercisi. Masalların çoğunu, hafifçe esneyerek hatırlarız öyle mi? Galiba evet! Çünkü birçok masal ile uykudan önce tanışmışızdır. Sonuna kadar dayanamayıp dinlemeyi yarıda kesmiş olduğumuz ve uyuyarak tatlı rüyalara daldığımız için çoğu masalın sonunu hatırlamakta zorlandığımız da vaki...
Malum… Masalların halk edebiyatında özel bir yeri bulunmakta. “Masal, yazarı belli olmayan, milletin kültürünü yansıtan, -miş'li geçmiş ve geniş zamanla anlatılan hayal ürünü, yalın bir konuşma diliyle aktarılmış sözlü eserdir.” denir. Doğrudur! Masalda, çoğunlukla olayların geçtiği yer ve zaman belirsiz olur. Bu nedenle de masallar; "Var olan olmayan zamanın birinde… Evvel zaman içinde… Bir zamanlar… Ülkelerin birinde… Dünyanın bir yerinde…" gibi ifadeyle başlar ve belirli bir zamanı ve yeri göstermez. “Hangi tarihte; hangi cin, peri, dev ejderha, cadı, padişah, vezir, yoksul kız, akıllı küçük oğlan gibi kahraman ne zaman yaşamış?” bunları da bilemeyiz.
Dendiğine göre masal kelimesi, Habeşçe “mesl”, Ârâmice “maslâ” ve İbranicedeki “masal”dan, Araplara “mesel, masal” şekli ile mukayese ve karşılaştırma manasıyla geçtikten sonra Türkçeye mâl olmuş. Mehmed Selahi Bey’in 1910 senesinde kaleme aldığı, “Türkçe'deki Arapça ve Farsça Kelimeler” anlamında bir sözlük olan Kamus-i Osmaniye’ye göre “masal” kelimesi “mesel”in değiştirilmiş şekli sayılmakta. Masal kelimesi yerine daha önce “kıssa, hikâye, destan” gibi kelimeler kullanıldığı da bilinmekte. Tarihçesine baktığımızda masalı sadece çocuklar için düşünmemiz büyük bir yanılgı olmalı. Fakat bu yazıda, masalların çocuklarla olan ilişkisi üzerinden, bazı hususlara dikkat çekmeye çalışacağız.
Çoğunlukla çocukları uyutmak için tercih ettiğimiz bir edebi tür olan masallar, aslında çocuk dünyasında çok büyük bir öneme sahip. Ancak bilindiği gibi çocuklar, olumlu veya olumsuz davranışları birbirinden ayıramazlar. Çünkü onlar, gördüklerini olumlu veya olumsuz yanlarıyla oynar ve taklit ederler. Tıpkı çizgi filmler gibi.
Daha önce de “Çizgi Filmler ile Aldatıldık!” isimli bir yazı kaleme almıştık. O yazıda, “çocuk” ve “sistem” üzerine bir bahis de açmıştık. Tekrara düşmemek adına -henüz okuyamayanlar ve yeniden okumak isteyenler için- sözü edilen o yazıyı hatırlatmak isteriz.
Masala geri dönecek olursak… Maalesef, dinlemeye değer çok az masalımız var! Neden mi? Biraz açalım konuyu ve bakalım o halde. Toplumsal cinsiyetin temelleri, ne yazık ki iktidarın en ufak kurumu olarak nitelendirebileceğimiz aile kurumunda atılmakta. Bu temeller üzerine daha sonra okul, ibadethane, televizyon gibi başka kurumlar da dev bir yapı inşa edip bireyi zamanla bunların altından kalkamaz hale getirmekte. Çocuklar, bu kurumlar aracılığıyla büyüyüp “geliştiklerinde” söz konusu aşılanmış söylence, düşünce ve ideolojiyi kendilerine ait sanırlar. Dolayısıyla kendilerinin bir şeyleri keşfetmesi, üretmesi, diyalektik kurması neredeyse imkânsız bir hal alır... İşte, bu aşamada; “En iyi öğretiyi ve keyfi de masaldan alır çocuk!” diyerek kuzuyu, çoğu zaman kurda teslim etmiş olmuyor muyuz? Nasıl mı? Birazdan değineceğiz.
“Erkek adam ağlamaz…”
Bu sözü duymayanınız yoktur sanırım. Ağlayan bir erkek çocuğuna ilk tepki, bu replik ile verilmekte. Kişisel özgürlük ve temel haklar ekseninde bakıldığında, aynı aileye mensup farklı iki cinsiyetten biri, her zaman daha imtiyazlı olmuyor mu? Hal böyle olunca kadın kimliğine, dar bir sınır çizilmiş ve o çemberin dışına çıkması durumunda felaket yaşayacağı aşılanmış durumda. Kadın, o çemberin içinde karantinada tutulduğu zaman zarfında da erkek cinsi “bilim adamı ve iş adamı” olmuştur zaten. Bu kadar güçlenen erkeğe ise duygusal anlamda en insani mefhum olan “ağlamak” yasaklanmakta. Bu da beraberinde erkeğin kadına yeni bir iktidar ve hegemonya oluşturmasına zemin hazırlığını getirir ve dayattırır.
Cemil Meriç der ki: “Avrupa’da masal için önemli olan hikâyenin kendisidir. Oysa doğu kültüründe masaldan çıkarılacak ders esastır.”
Peki, masallar bizlere neler anlatmakta? Yalan mı gerçek mi? Masalların işlevi ne? Çocukları, uykudan önce ziyaret ederek, onları uyutmak mı? Yoksa gerçekte uyutulan çocuklar değil de yetişkinler mi? Yani çocukluktan başlayarak, adım adım uyutuluyor muyuz masallarla? Bilinen bazı masalları hatırlamadan önce genel olarak değinmek gerekirse, dünya ve insanlık mirası olarak anılan masalların da neredeyse tamamında az önce değindiğimiz cinsiyetçi tavır karşımıza çıkmakta ne yazık ki... Ve bu durum, nesilden nesile mevcudiyetini koruyarak günümüze kadar gelmiş durumda. Günümüzde, masallara her ne kadar çocukları uyutmak ya da onları oyalamak olarak bakılsa da geçmişte masalların bu gibi ihtiyaçlar için üretilmediğini, farklı maksatlara hizmet için bir “öğreti” olarak aktarılıp bu yolla mevcut iki cinsiyete de roller dağıtıldığını iddia etmek yerinde sayılır. Nitekim klasik masalların alt metnine bakıldığında, bilinçdışı kurgularla nasıl bir bilinçaltı yarattıklarını ve bu yarattıkları bilinçaltıyla da “iktidarlara” (bu metinde kullandığımız iktidar sözcüğü, aileden devlete kadar olan tüm mikro ve makro iktidarları kapsamakta olduğunu bilmelisiniz.) itaatkâr ve boyun eğici topluluklar oluşturduklarını görmek mümkün. Nitekim söz konusu klasik masalların hiçbirinde kahraman, iktidarla ideolojik bir çatışma yaşamamakta. Masallara cinsiyetçilik açısından baktığımızda ise kadın, erkeğin güdümünde, ona muhtaç, onsuz bir hiçtir. Erkek kral veya iyi bir şövalye iken, kadın ev ve mutfak işlerine koşturan kısıtlı pasif bir bireydir. Yöneten her zaman erkek, yönetilen ise kadın olmak durumunda.
Öte yandan yakışıklı erkek kahramanın, hasta kadın kahramanı (ki kadının iradesi dışında) öperek hayata döndürmesi ve başka birçok masalda erkek kahramanın (ya da kahraman erkeğin) yardıma muhtaç (ki hep yardıma muhtaç) kadını kurtarıp karşılık olarak onunla evlenmesi gibi birçok kusurlu tutum görmek mümkün. İktidarın kendine bağlı, savaşçı bireyler yaratmak için de ürettiği ya da üretimini desteklediği o kadar çok masal var ki sayısını tespit etmek bir hayli güç. Bu masallarda da “Padişahın Kızı” ya hasta ya kayıp ya da kaçırılmış durumda olabilir. Kurtarılması ya da bulunması karşılığında söz konusu padişah, olayın kahramanını damadı yapar. Bu kahraman da genel olarak yakışıklı biri olmazsa olmaz. Ve bunun yanı sıra, soylu ve varlıklıdır da. Ayrıca cesurlukta üstüne bulunmaz. Padişahın Kızını kurtarması esnasında, hiç bir zaman korkuya kapılmaz, endişe duymaz zira o, yürekliliğiyle meşhur birisidir. Tüm örneklerde görüleceği gibi, toplumsal cinsiyet konusunda kadın, masallarda da hiçleştirilmekte… Ve yine o, rızası dışında bir evliliğe mecbur sayılır Padişahın Kızı olsa dahi. Bu arada, erkek ise canı pahasına tehlikeye atılması gereken savaşçı bir birey olarak çizilir masal tahtasına. Kadın da başka bir seçeneği yokmuş gibi bütün masallarda itaatkâr bir görünüşe sahip olup dayatılan evlilikleri kabul etmek zorunda bırakılır.
Klasik masallarda genel olarak kadının bilinçaltına işlenen mesaj “çekici ve becerikli” biriyle evlilik yapması şeklinde işlenir. Her durumda kadın, kendisine çizilen çemberin dışına çıkmaya cesaret edememekte. Birkaç masalda, tecrit çemberinin dışına çıkıp başka yollardan yürüme teşebbüsünde bulunsa da (yoldan çıkma-kötü yola düşme) başarısız olmak onun kaderi gibidir sanki. O, masalcının yazdığı kadere mahkûmdur aslında. Çünkü başarı için ne fiziki ve ne de beyinsel gücü vardır onun.
Peki, soralım kendimize… Kendi çocuklarımıza okuduğumuz masalların, neler anlattığını ya da uzun vadedeki etkilerini acaba hiç düşündük mü? İşte, temel soru bu!
Burada… Dünyaca tanınmış iki Alman masal yazarı Jacob Grimm ve Wilhelm Grimm’in bazı masallarının bize neler anlattıklarını bir hatırlayalım. Bakalım, Grimm Kardeşler, bizleri nasıl uyutmuşlar!
“Kırmızı Başlıklı Kız” masalındaki hain kurt, kızın öz ninesinin kılığına girip onu yemeye çalışır bilindiği gibi. Desek ki “Burada, dışarıdaki tekinsizliğe dikkat çekmenin yanı sıra kızın aklının da kıt olduğu, kurda kandığı mesajı apaçık verilerek aşağılanmaktadır.” Buna kim itiraz edebilir ki? Hiç! Ayrıca Kırmızı Başlıklı Kız, kurdun yaşadığı yerden geçmekte yani ormandan… Ya da kurdun, durup dururken kızın yolunu kestiğini ifade etmek ne derece doğrudur ki? Bu mesajın içerdiği mana üzerine biraz düşünelim isterseniz? Doğru bir mesaj mıdır bu; onu da sizin takdirinize sunuyorum. Grimm Kardeşlerin masallarında yer alan bazı sahneler, çocukların masaldaki gibi düşünmesine neden olabilir kanaatindeyiz. Bu durum doğal olarak, çocuk ve hayvan açısından çok tehlikeli sonuçların nedeni de sayılabilir. Çünkü çocuklar, olayları gerçeğinden ayıramadığı için onlar için her şey gerçek sayılır. Bu nedenle küçükler, orada yaşananları uygulamaya geçerlerse suçlanamaz. Ya kimdir burada suçlu?
Tabii ki bu anlamda çocuklar, Grimm’in “Hansel ve Gretel” masalında olduğu gibi insan pişirmeyi ve tadına bakmayı denemeyebilir ya da arkadaşlarını cezalandırmak adına yılanlarla dolu bir çukura atmayı denemeyebilirler. Ama bir çocuğa Grimm masallarında yer alan “ördeği öldürürsen ördek güzel bir kıza dönüşür” ya da “güvercinler insanlara saldırıp gözlerini oyar” veya “kuyunun dibinde bir kurbağa, pınarın akmamasına neden olmakta şayet öldürülecek olursa pınar yeniden akmaya başlayacağı”, “ağacın meyve vermeme nedeninin ağacın dibindeki fare olduğu ve bu hayvan öldürülecek olursa ağacın tekrar altın elmalar vereceği söylenirse çocuk buna da inanabilir. Dolayısıyla bu ve buna benzer masal örneklerinin çocukları hayvanlardan uzaklaştırabileceği ve hatta hayvan sevgisini de yok edebileceği söylenirse yalan olmaz.
Ayrıca klasik masalların neredeyse tamamında güzel ve yakışıklı olan iyi, çirkin olan ise kötüdür; değil mi? Hatta masallara göre, çirkin olanın, mutlu olmaya, murada ermeye ne hakkı ne de imkânı vardır; ne yazık ki... Oysa çirkin çocuk mu vardır? Hayır, asla yoktur! O halde…
O haldesi… Unutulmamalıdır ki… Toplum olarak sahip olduğumuz birçok kurumlar aracılığıyla çocuklarımızın algı, düş ve duygu dünyasına, her gün bazısı bilinçli ve planlı, bazısı da farkında olmadan ve bilinçsiz bombardıman yağdırırcasına aktarımlarda bulunuluyor. İşte, mesele bu…
Hülasa… Yine unutulmamalıdır ki masal, çocuğun düş dünyasında çok önemli bir yer tutan, çevresini kendi ürettiği ideolojiye ya da dünyaya bakış açısına göre şekillendiren, kendine emanet edilen beyni, masalcının biçimlendirdiği sanal gerçekliğin ortasına konumlandıran ve çocuğu geleceğe kendi kotardığı öğreti ışığında adım atmasını sağlayan önemli bir kılavuz sayılmalı diyoruz. Yukarıda kayda geçtiğimiz fikirler doğrultusunda, dünyadaki mevcut masalların ezici çoğunluğunu eleyip toplumsal cinsiyet konusuna duyarlı, güzel ve çirkin ayrımı yapmayan, din, ırk, mezhep çatışması yaşattırmayan, güzel, estetik, aydınlık ve eşitlikçi bir istikbal aşılayan masallarımızla çocuklarımızı buluşturmak zorundayız! Bu nedenle iş, pedegoglara ve çocukları önemseyen masal yazarlarına düşmekte. Tabi, bu arada, anne-babaları ve öğretmenleri de çemberin dışına atamayız. Bir de yayın editörleri var. Ayrıca bu satırları okuyan maddi ve manevi anlamda nüfuzlu ve muktedir kişilere de seslenmek istiyorum. Yıllardır gerek eğitimler gerek atölyelerde bu hususun altını çizmeye çalışıyoruz. Çocuklar ve gençlerle beraber gerçekleşecek masal atölyeleri ile bir farkındalık ve değişim de pek ala mümkün olabilir. O halde el ele! Zira çocuklarımız önce Allah’a sonra saydığımız bu insanlara emanet.
Comentarios