top of page

Sadece konuşarak anlaşamayız

  • Ömer Yıldırım
  • 22 May 2021
  • 7 dakikada okunur

Efendi; “Köle, anlaşıldı mı?”

Köle : “Evet efendim, evet...”

Efendi; “Yuva kurup evlat sahibi olmak istiyorum.”

Köle; “Evlatlı bir yuva, insanı koruyan bir kalkandır.”

Efendi; “Hayır! Köle, yuva da kurmayacağım.”

Köle; “Kurmayın efendim, kurmayın. Dünyada kaç defa görülmüştür ki oğul babasının ocağına incir dikmesin?”

***

Efendi; “Köle, anlaşıldı mı?”

Köle; “Evet, efendim, evet.”

Efendi;” Düşmanımı mahvetmek, zincire vurmak, derisini yüzmek, ateşe atmak istiyorum.”

Köle; “Mahvediniz efendim, mahvediniz.”

Efendi; “Düşmanla iyi geçinip, susup uzlaşmak istiyorum.”

Köle; “Uzlaşınız efendim, uzlaşınız. Kavga küçük adamlara yakışır.”

***

Efendi; “Köle, anlaşıldı mı?”

Köle; “Evet, efendim, evet.”

Efendi; “Adamlarıma iyilik etmek istiyorum.”

Köle; “iyilik edininiz efendim, ediniz. İnsanlara iyilikte bulunan tanrısından mükâfat görür.”

Efendi; “Hayır, köle, adamlarıma iyilik te etmeyeceğim.”

Köle; “Etmeyiniz efendim, etmeyiniz. Eski, metruk (terk edilmiş) höyüklere (tarihsel kalıntıların gömülü bulunduğu toprak yığını, küçük tepe) bir çıkıp dolaşınız. Gelmiş geçmiş kuru kafalara bakınız, iyi adamla kötü adamı ayırt edebilir misiniz?” (1)

***

Bütün devirlerde, söz kuvvetiyle insanlara hâkim olan pekçok kimse yaşadı. Yukarıda, bir köle ile efendisinin konuşmalarına yer verilmekte. Her ne kadar büyük adam yani efendi her şeye sahip olsa da kölenin sözlerinin arkasında büyük bir kurnazlık ve efendisine karşı bir üstünlük gizlidir.


“Dil nedir?” sorusu şaşırtıcı sorulardan biri gelebilir size. Augustinus’un zaman için söylediği sözde, zaman yerine dil koyulduğunda durum şöyle olur demekte, Türk Felsefe Profesörü Nermi Uygur: “Dil nedir peki? Kimse bana sormayınca, biliyorum. Birine açıklamaya kalkınca da ne olduğunu bilmiyorum.”

İnsan ilişkilerinin temeli de dile dayanmakta. Bu bir vatan üzerinde yaşayan insanlarda olduğu gibi evrensel boyutlarda da aynı sayılır. Ortak dili (kelimelerle sınırlı olmayan) konuşmak anlaşmanın, uzlaşmanın sağlanmasıyla özdeş olur. Kendi duygu ve düşüncelerini iyi anlatanların karşısındaki insanları ikna etmeleri ancak iyi bir dil sayesinde olmakta. (2)

Yukarıda, parantez içinde verilen “Kelimelerle sınırlı olmama…” kısmının altını, bir kez daha çizmekte fayda var zira sadece konuşarak iletişim kuracağına inanan çoğunluğa, yapmakta olduğum iletişim eğitimlerinde ısrarla şunu söylüyorum. “Etkili iletişim ve ikna etme, konuşarak değil; dinleyerek gerçekleşir!”

Dinleyerek nasıl ve ne edebiliriz? Daha fazla konuşmamız gerekmiyor mu? Bu ince ayrımın göz ardı edilmesi, bir hastaya teşhis koyulmadan tedaviye başlanmaya benzemekte. Dolayısıyla tüm iletişim ve hatta güzel konuşma eğitimlerinde, öncelikle kelimeler ve söyleme tarzları çalışılmakta. İlaveten, hangi cümlelerle iletişim kurulabileceği tartışılmakta ve tonlama vurgulama üzerinde durulmakta. Tabii ki bunları yanlış bulmuyoruz fakat doğru ve etkili iletişimin yolunun öncelikle dinlemekten geçtiğini mütemadiyen unutuyoruz. Böylece herkes, sadece söyleyeceklerine odaklanıp dinleme yerine sırasını beklemekte ne yazık ki... Bu durum da iletişimi, bir süre sonra iletime dönüştürmekte. Nasıl olsa iletime döndü ve dinleme işi ortadan kalktıysa eğer; kişi, görüşme anındaki konuşacaklarını, önceden zihninde kurgulayıp görüşmeye katılabilir. Böylece önceden tasarladığı malum duygu ve düşüncelerini aktarabilir. Buradan bakınca sanki iki robottan bahsediyoruz gibi gelebilir size. Ama etrafımıza şöyle bir bakalım! Birbirini ikna etmeye çalışan ve söylediklerinin, yegâne doğru olduğuna inanan, bunu da yüksek sesle konuşarak ve de yer yer bağırarak pekiştiren kaç kişi tanıyoruz?

Ayrıca, televizyon kanallarına şöyle bir göz attığımızda… Özellikle haber kanallarına baktığımızda tanıdığımız “o” malum kişilere benzemiyorlar mı? Ya da televizyonda izlediğimiz kişiler, çevremizdeki o kişilere benzemiyor mu? Ne dersiniz? Konuşma, çoğu zaman yaydan çıkan oka benzetilir. Hakikaten, söz atıldığında geri gelmiyor maalesef. Başlangıçta baskın bir kararlılıkla konuşarak başlayan iletişim; birtakım riskleri de beraberinde getirir ve problemli başlamış olur aslında. Peki, nasıl başlamalı? Dinleyerek tabii ki... Unutulmamalı ki dinlemeden anlayamayız.

Hani ilkokul sıralarında bıraktığımız; “Kulaktan Kulağa Oyunu”nu bir kez daha hatırlayalım mı? Her kişi atlayışında eksik ya da fazla duyduğumuz o ifadeler, kulaktan kulağa nasıl değişirdi? İnanılacak gibi değil!

Hayatta da durum farklı değil: sanki “Kulaktan Kulağa Oyunu”na devam etmekteyiz. Öyle ki… Klişe olması lazım gelen deyim ve atasözlerimize kadar değişen ifadeler var. Çok örnek olmasına rağmen, sık kullandığımız birkaç örneği kaydedelim, buraya. Mesela, “Sıhhatler olsun!” sözü, kulaktan kulağa evrilerek sonunda, “Saatler olsun!” oldu ve genç kuşaklara, yanlış haliyle taşındı. Yine bunun gibi, “Eşek, hoş laftan ne anlar?!” da yerini “Eşek, hoşaftan ne anlar?!”a bırakınca acaba bağ, nerede kopmuş; bunu, sormadan edemiyor insan. Çocukken, büyüklerimiz bir iş için bizi, bir yere yolladıkları sırada, henüz ne yapmamız gerektiğini tam anlamamışken kafa sallayıp “Tamam tamam!” demeyen kaç kişiyiz acaba? Peki ya sonuç? Örnekte, bize görev veren büyüğümüzü yeteri kadar dinlemediğimiz için anlamamız da mümkün olamamıştı. Geri gelip tekrar dinleyip yeniden belki de defalarca git gel yapmak zorunda kalmayanımız da yok galiba. Bu duruma düşmemize sebep olan tek şey, yeterince dinlemememiz ve bunun sonucu olarak da anlamamamız.

Bize göre, önce dinlemekten başlamalı işe. Böylece hem muhatabımızı anlayacak; hem, duygudaşlık yapmaya olanak sağlayacak, hem de ezber ve tasarlanmış bir konuşma yapmayı kırarak yapaylıktan kurtulmuş olacağız.

Şimdi de etkin dinleme yapmadığımızda, iletişimde nasıl problemler yaşanıyor; bir de ona bakalım mı? Böyle durumlarda, karşımızdaki kişiyi dinlemediğimiz için sözünü kesme ihtimalimiz her zaman, çok yüksek olmakta. Karşımızdaki kişi konuşurken, dinleme yerine sustuğumuz için sürekli başka şeyler düşünebiliyoruz. Bu düşüncelerin içeriği, genelde karşıdaki kişinin, birazdan söyleyeceği şeyleri tasarlamak olabilir mi, ne dersiniz? Ayrıca anlatanı dinlemediğimizde, dikkatimizin dağılma olasılığı da çok yüksek olacaktır elbette. Bir de böyle durumlarda Telefon, kalem, anahtarlık, TV vb. gibi birçok şeyle ilgilenebiliyor oluşumuz, her zaman rastlanan olağan işlerden. Bu durum bizi, sabırsız bir ruh haline büründürüyor çoğunlukla. Çok sık karşılaşılan başka bir problem de bütününü dinlemediğimiz konu içinde, her nasılsa kulağımıza takılıp kalmış olan bir tek cümle ile genel konuşmayı ve konuşmacıyı değerlendirmek gibi bir ukalalığa yuvarlandığımız da oluyor.


Tespit edilmiştir ki insan, bir dakikada ortalama 125 kelime söyleyebilmekte. Oysa aynı sürede 400 kelime düşünebilmek yeteneği de insana ait. Bundan dolayıdır ki dinlerken, kolaylıkla kendi düşüncelerimizin esiri oluveririz. Bu arada, dikkati de elden bırakmışsak, anında geniş spektrumlu bir bir düşünce gezisine çıkar, anlatandan uzaklaşır ve kendi düşüncelerimize “Bahr-i Umman”ına dalar gideriz. Geniş bir turun ardından, yeniden dinleme durağına döndüğümüzde ise konuşmanın çok gerisinde kaldığımıza şahit oluruz. O andan itibaren ne kadar uğraşırsak uğraşalım, söylenenleri anlamakta çok güçlük çekeriz hatta anlamamız namümkün hale gelir. O anki konuya kendini vermeden iyi dinlememek, anlamayı zorlaştıran birinci unsurdur. Böyle durumlarda insan, adeta ikiye bölünür ve ayrı ayrı işlere dalan bölümler, yaptıkları işlerde yetersiz kalır ve adeta “boşa kürek çeken adam”ın durumuna düşer. Yani ne tam anlar ne de tam manasıyla düşünce âlemini gerçekleştirir.

Oysa gerçek dinleme durumunda ise insan, kendi düşünce dünyasından tamamen uzaklaşır; konuşanın dünyasına girer. Adeta kendini, karşısındakinin yerine koyar. Muhatabının söz ve bakış açılarının üzerinde yoğunlaşır ve hakikati anlamaya çalışır. Eğer, dinleyen bizsek, böylece kendi sınırlarımızı da genişletir; yeni bilgiler ediniriz.

Özellikle çocukları dinlemenin ne kadar önemli olduğunu, eşlerin birbirlerini dinlemelerinin de evlilikteki payını, yazdığı kitaplar ve yaklaşımlarıyla bütün dünyada tanınan ABD’li psikolog Scott Peck şöyle açıklamakta: “Çocuk, kendisine önem verildiğini ve önemsendiğini bilince kendine olan güveni artırır. Buradan hareketle çocuklarınıza değer vererek, onlara değerli kişiler olduklarını öğretebilirsiniz... Eğer, çocuğunuzu yeterince dinlerseniz, onun olağanüstü bir kişiliğe sahip olduğunu göreceğinizden emin olabilirsiniz. Gerçek bir dinleme süreci başladıktan sonra bir eşin diğerine, örneğin “Yirmi dokuz yıldan beri evliyiz ama seni, bugüne kadar iyi tanımamışım.” dediğini sıklıkla duyarız”.

Dinlemenin, insan ilişkilerinde ne denli önemli olduğunu ABD’li öğretmen, gazeteci, yazar ve editör Brenda Ueland ise şöyle dile getirmekte: “Dinlemek, garip ve mıknatıslı bir şey; yaratıcı bir güç. Unutulmamalı ki kendilerine yanaştığımız dostlarımız, söylediklerimizi can kulağıyla dinleyenlerdir. İnsanın söylediklerinin dinlenmesi onu, mutlu ve özgür kılmaya yeter. Karşımızdakini dinlediğimiz zaman, aramızda doğan akım bizi, birbirimizden hiç bıktırmayacak şekilde canlandırıyor”.

Aslında, şu da bir gerçek: Bir insanı can kulağı ile dinlememek onun, kişiliğine saygı duymamaktır hatta bencilliktir. Hele günümüz dünyasında... Yüzümüzün aynadaki yansımasına baktığımızda iki kulak ve bir ağızın, “İki dinle ama bir konuş!” deyimini bizlere hatırlattığını unutmamak lazım. Gelin görün ki dinlemeyi sevmediğimizi bazı deyimlerle de tescillemişiz. Yeteri kadar konuşmamış gibi konuşana da sabredemeyip “Lafını balla kestim…” diyecek kadar kibarız fakat hiç araya giremeyince de “Yine, aldı sazı eline …” deyişiyle de içimizi dökmüşüz. Oysaki dinlemek, karşımızdaki kişiye, “Sana saygı duyuyor, değer veriyorum. Dost olalım ve dost kalalım!” mesajı vermenin en doğru ve en iyi yolu olduğunu bilmek lazım.

Tabii dinlemeye engeli olacak şekilde bir rahatsızlığı bulunan, ortamdaki gürültüden anlaşamayan kişiler için “Sözümüz meclisten dışarıdır.” Daha ne olsun?

Ayrıca, konuşma dediğimiz eylem, dinleyen olduğunda gerçekleşmiş olmakta. Kişinin, kendi kendine konuşması durumunda, her ne kadar konuşma olmuş olsa da iletişim gerçekleşemediği için bir bakıma, abesle iştigal sayılır. Kalem, nasıl kâğıt ile buluştuğunda yazıyı bize sunmuş oluyorsa dil de konuşulanlar bir çift kulak ile dinleyen olduğunda iletişime kavuşuyor.

Şimdi, konuşma eylemine geçebiliriz. Yerinde ve doğru kelimeleri seslendirme iletişimde, çok etkili ve tesirli bir durum. Ünlü Alman edebiyatçı Wolfgang von Goethe şöyle söylüyor: “Düşüncelerini tam ve yerinde sözcükler ile belirtemeyen insan, yanlış tartılar ile tam iş görmeye çalışan satıcıya benzer.”

***

Dr. Masaru EMOTO suya, “Love and Thanks/ sevgi ve şükran” hislerini gönderiyor. Ve su kristallerini inceliyor ve bunları fotoğraflıyordu. Aynı şekilde aynı suya, “nefret” hislerini yönlendiriyor ve onları da fotoğraflıyordu. Suya, sevgi ve şükran hislerinizle baktığınızda, güzel sözler söylediğinizde oluşan su kristallerinin şekli, göz alıcı ve etkileyici iken; kaotik yapıda görünen su kristali ise, nefret hisleriyle “Beni hasta ediyorsun, Seni öldüreceğim!” cümlelerine maruz kalmış sudur.

Su, insan hayatındaki belki de en önemli gereksinim, ayrıca vücudumuzun %70 inin sudan ibaret olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla güzel sözler söylemek hatta güzel düşünmek, belirgin şekilde bize tesir etmekte. Yine bir deyim kullanacak olursak eskiler, tesirli sözler karşısında etkilendiklerini belirtmek için “Vücut kimyam değişti.” ifadesini kullanırlardı ki bunun ne kadar önemli olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Dinleme ile başlayacak iletişimin, güzel düşünce, ses tonu ve beden dilimiz ile birleştiğinde her zaman bizi birkaç adım öne taşıyacağını unutmamak lazım. Geriye de konuşma kalıyor. Aslında, çok konuşmanın iletişimde ve ikna etmede daha etkili olduğuna inanıyorum dersem yalan olur. Çok konuşma ile etkileme, her zaman doğru orantılı olmadığı gibi çoğu zaman çok konuşan rahatsız edici olabiliyor. Zaten mesaj iletiminin %55’ini vücut dilimiz, %35’ini ses tonumuz oluştururken; söylediklerimiz ise %10’unu oluşturmakta.


“Dinleyip anladıktan sonra, hangi sözcükleri seçeceğiz?” sorusu yerine “Hangi duygu ve hislerle o sözcükler, ağzımızdan çıkacak?” ifadesi, daha doğru bir soru olacaktır kanaatimizce. Eğer söz ve konuşma merkezli bir iletişim üzerinde durduğumuzda -ki maalesef eğitimler de böyle uygulanmakta” bunun sonucu olarak da güzel sevgi sözcükleri hissedilmeden ve de samimi olmadan seslendirilmiş olmakta. Oysa suya etki eden cümleler değil, o andaki hisler olmaktadır.


Doğru söz, doğru hisler ile buluştuğunda tesir derecesi büyür. Tıpkı yazının başındaki köle ile efendi diyaloglarında olduğu gibi her şeyi tam tersine çevirmek de mümkün. Ama önce dinlemeli ve anlamalı.


Kaynakça

(1) M.Ö. 1200 senelerinde, Babil'in derebeylik devrinde yazılmıştır. Babil dilinden çeviren: Mebrare TOSUN

(2) İsa Kayaalp, Dil ve İletişim, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2006, Sf.124.

Comments


Commenting on this post isn't available anymore. Contact the site owner for more info.

©2021 tüm yazılar Ömer Yıldırım'a aittir. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanmayınız.

bottom of page