Dört Başka Dünya ve Dört Ayrı Zaman WESTWORLD dizisi, FANTEZİ mi, GERÇEK mi?
- Ömer Yıldırım
- 21 May 2021
- 6 dakikada okunur

Daha önceki yazılarımızın birinde; gelmiş, geçmiş en yüksek hasılatı elde eden filmi yapan İngiliz-Amerikan film yönetmeni, senarist ve yapımcı Christopher Nolan’dan bahsetmiş ve kendisinin etkileyici filmlerinden biri olan Interstellar/Yıldızlararası filmini incelemiştik. Nolan’ın, 2017 yapımı “Dunkirk” filmi hariç, tüm filmlerinde, bilim-kurgu tarzını görmek mümkün. Bir ayrıntı daha vermemiz gerekirse Christopher Nolan’ın beğeni toplayan, neredeyse tüm bilim kurgu filmlerinin senarist koltuğunda ise kardeşi Jonathan Nolan oturmaktaydı. Sadece son film, “Dunkirk”te kardeş Jonathan’ı görmüyoruz. “Dunkirk” filmi de bilim-kurgu değil zaten.
Tahmin ettiğiniz üzere; bu yazımızda, Jonathan Nolan’nın bir yapımından bahsedeceğiz. Kendisinin, abisinden ayrı olarak yaptığı, yayınına 2016 yılında başlayan ilk dizi filmini inceleyelim istiyoruz. Söz konusu dizisinin ismi: Westworld...
Dizinin en heyecan verici kısmı; bir anlamda, “vitrini” diyebileceğimiz oyuncu ve kamera arkası ekibi olarak karşımıza çıkmakta. Mesela, dizide usta oyuncu Anthony Hopkins’i görecek olmak, öncelikle yapımın ne kadar kaliteli ve seyir zevki açısından tatmin edici olduğunu gösteriyor bize. Bir diğer usta oyuncu ise Ed Harris, “The Wrestler, Across the Universe, Thirteen” gibi yapımlardan aşina olduğumuz, Evan Rachel Wood’da dizinin oyuncu kadrosunda yerini alıyor. Onunla birlikte; “Superman Returns, X-Men (2000)” filmlerinden tanıdığımız James Marsden gibi oyuncular, Hopkins’e eşlik ediyorlar.
Kamera arkasında da “kimleri görmek istersiniz" listesi yapılmış adeta. Dizinin tasarımcıları Jonathan Nolan ve Lisa Joy Nolan, listenin ilk satırında. Özellikle Jonathan Nolan’ın “Interstellar, The Dark Knight&Rises, The Prestige, Memento” gibi filmlerin senaristi olarak bir “marka” olduğunu söylemek de hatalı olmaz zannımca. Nolan’ın iki bölümünü yönettiği Westworld’ün diğer yönetmenleri arasında Jonny Campbell, Richard J.Lewis, Michelle MacLaren, Neil Marshall, Vincenzo Natali, Fred Toye ve Stephen Williams’in isimlerini görüyoruz. Nolan ve Joy’un yanı sıra yürütücü yapımcı olarak “Star Wars, Star Trek, Lost” serileri başta olmak üzere birçok yapımda J.J.Abrams ve Bryan Burk‘ün yer aldığının altını çizelim.
"Yapay Zekâ”nın doğuşunu ve insanlık ile arasındaki kaçınılmaz karşılaşmayı işleyen karanlık bir serüven olarak tanımlanan dizinin öyküsünden kısaca bahsedelim. Aslında Westworld, Doktor Robert Ford’un (Anthony Hopkins) yarattığı, yüksek gerçeklikli bir sanal yetişkin eğlence parkının adı. Fütüristik temada bir platform olan bu parkta, yapay zekâya sahip robotlar kullanılarak, vahşi batının oldukça gerçekçi bir simülasyonu oluşturulmuş durumda. Aynı zamanda, geleceğin teknolojisi sayılan sanal gerçekliğin vücut bulduğu bu parkı, yeterli parası olan herkes ziyaret edebiliyor. Ki bunlar da genelde, yeterince zengin insanlar olmak durumunda. Simülasyona giren bu “yeterince varlıklı” kişiler, listelerde, ''misafir/ziyaretçi'' olarak adlandırılıyor. Parkın işleyişi içinde, birbirine bağlı pek çok hikâye, interaktif olarak sürekli tekrarlanıyor. Ziyaretçiler ise parasını verip bu hikaye simülasyonunun içinde yer alıyor ve bastırılmış fantezilerini, insan gibi gözükseler de aslında insan olmayan robotlar üzerinde uyguluyorlar. Şunu da ekleyelim: Bedenleri başka yerde olan ziyaretçiler, bilinçleriyle bu eğlence parklarına gidiyorlar aslında.
Parkın simülasyoları, başta Ortaçağ temalı, “medieval world” ve Antik Roma temalı “Roman World” olmak üzere üç dünya üzerine kurulu. Üçüncü dünya ise westworld. Son dünyasında dizi seyircisi, vahşi batıyı anımsatıyor. Dizi, kasaba şerifleri tarafından fellik fellik aranan haydutları, tozlu kasabaları ve tekila salonlarıyla tam da 19. Yüzyıla ait kovboyların dünyasına gidiyor adeta. Ama dizinin anlattığı hikaye, 1800’lerde değil; aslında 2052’de geçiyor. Bu nedenle seyirciye gösterdiği dünya yapay; az önce bahsedildiği gibi simülatif bir tema parkında dahil olmakta misafir zenginler. İnsana çok benzeyen robotlarla oyun oynamayı bilmenin özgürlük alanındalar. Öyle bir alan ki, park popülasyonuna dahil robotlar, işkencelerle öldürülse bile tepki veriyor ama fanteziye itiraz etmiyorlar.
Parka giriş biletine sahip olmak adına; yukarıda, yeterince zengin olmaktan bahsedildi ya filmdeki süper parkı oluşturan üç ayrı dünyada yer almanın, günlüğü bin dolar. Bu nedenle misafirler, bu meblağ karşılığında, neler neler yapmıyorlar ki? Robotlarla cinsel fantezilerden, işkence etmeye ve zevkine adam öldürmeye kadar bir dizi eğlenceyi yaşayabiliyorlar. “Süper park”, bu şekilde işleyip gidiyor. Fakat bir süre sonra birtakım sebeplerden ötürü, işler yolunda gitmez oluyor. Ve yapay zekânın edilgenliğinden uyanan androidler isyana yöneliyorlar. Nasıl mı? Bir anlamda; ziyaretçileri, “avlamaya” başlıyorlar. İşte, zaten asıl hikâye de burada başlıyor.
Sanki… Teknolojinin geldiği son noktada insanların, en ilkel dürtülerinin, temel içgüdülerinin peşinden koşmaya başlaması; bizatihi teknolojiyi dahi başkaldırı noktasına getirmiş gibi. Çünkü beşer; teknolojide ilerlerken, insanlıkta gerilemeye ve “yeterince parası olanlar,” hazzı şiddette aramaya başlayarak, bir şeyi/yeri rahatsız etmiş gibi. Nereyi?
Diziyi izlemeyenler için daha fazla karakter ve bölüm hikayesi vermeyelim. Ve diyelim ki “İzleyin!” ve sizi, tefekküre sevk edecek olan bu dizi vesilesiyle “okumalar yapın!” Ve unutmayın ki “simülasyon” kelimesinin herkeste farklı karşılığı olabilir. Bu nedenle üst paragrafın son cümlesi “nereyi?” sorusuyla ilgili olarak, pek çok pencere açmak mümkün. Ancak bunların yanısıra, kendi kendimize sorabileceğimiz en ilginç sual ise; “acaba, yaşadığımız hayat da bir simülasyon olabilir mi?” şeklinde sorulmalı.
Dizi, sadece sorular sordurmuyor; izledikten sonra bir çok düşünceye de sevk ediyor insanı. Çünkü iç içe geçmiş üç hayal dünyası ve gerçek dünyanın 2052’nin dünyasının insanları muhatap hikayelere; hem de birer “efendi özgürlüğü” içerisinde. Neler yaşanabilir bu “Roma arena hürriyeti” içerisinde sorusunun karşılığını yukarıda örnekledik; burada hangi “imkansız duygular” sıradan işler haline girer? Hepsi var dizide.
Hani dönem dönem, hepinizin olmasa bile pek çoğunuzun; “sanki bu anı, daha önce yaşadım” dediğiniz dejavular var ya. Dizide de karakterler, sık sık dejavular ile uyanışa geçmekteler; sonra yine uyku. Bunun gibi gördüğünde kişiyi meraka sevk eden rüyalar var. Bazen öyle olur ya hani; aklında hiç olmayan, daha evvel hiç düşünmediği şeyler, insanın rüyasına girer ya. Ya da rüya ve gerçekliğin karıştığı “yakaza” halleri yaşanır ya. Bilmem, sizde de buna benzer karışıklıklar oluyor mu? “Acaba bu bir rüya mıydı?” dediğiniz veya gördüğünüz bir rüyayı, uyandığınızda, yaşadığınıza inandığınız oldu mu? İzlendiğinizi hissetiniz mi hiç? Arkanızda bir insan olmasa bile bir kameranın sizi takip ettiği hissine kapıldınız mı? Mümkün bu da. Zira bu gibi haller, oldukça insani duygular çünkü. Ama dizide yer alan “yapay zekâlı robotlar,” izlendiğinin farkında bile değiller işin başında. Ya da değiller mi acaba?
Geçelim bir başka fasıla yani diziyi bilim kurgu yapan kısma. Yani filmde, hikayenin üzerine oturtulduğu bilimsel kuşku ya da teorilere… Dizi, ilk teori olarak “artan (kolektif) bilinç” konusundan bir parmak almakta. Bu teorinin akla getirdikleri ise şu şekilde özetlenebilir: İnsan nesli dene-yanıl-yap yöntemiyle öğrenerek ilerleyen bir canlıdır malum olduğu üzere. Bu da “bilincin oluşmasında en önemli basamaktır.” denilebilir. Mesela sobanın el yaktığını, ona dokunana kadar anlayamaz insan. Dokunduktan sonra o bilinç, belleklerin derinliklerine kazınır. Fakat “artan bilinç,” böyle değil; doğuştan gelen bir bilgi birikimi ile doğar insanoğlu. Westworld'de ise bilgiler, yapay zekalara kodlanıyor.
İkinci teori ise zaman ve çağrıştırdıkları. Bana göre diziyi dizi yapan asıl husus; zaman kavramının göreceliği konusu. Yani hikayeler, göreceli zaman gerçekliğini, aynı destede toplayarak oluşturulmakta. Malum; yıllar geçtikçe hepiniz, zamanın sanki daha hızlı aktığını hissediyorsunuz; değil mi? Aylar bir anda başlayıp bitiyor, günler bazen hiç olmadığı kadar kısa geliyor. Zamanın var olan üç boyutun dışındaki dördüncü boyut olduğunu düşünürsek; bu, simülatif bir gerçekliğe referans olabilir. Yani her zaman, her yerde hayat aynı algılanmayabilir; bazen kısa, bazen uzun. Westworld dizisinde de laboratuvarda geçen zamanla kasabada geçen zaman aynı değil. İnsanlar kendilerini, kasabada günler, haftalar geçirmiş gibi hissederken; laboratuvarda, yalnızca on on beş dakika geçmiş olabilmekte. Ya da bir dünyadan öteki dünyaya atlarken, insan çağlar geçtiği hissine kapılabilmekte.
Bir modern zamanlar gerçeği olarak artış gösteren şiddet ve savaşlar da dizinin, senaristlerini tetikleyen bir unsur olmuş durumda. Bir vakitler; ilerleyen zaman ve bağlı olarak toplumlar, modernleştikçe; savaşların tamamen biteceği düşünülürdü. Ne yazık ki öyle olmadığı, yaşanarak görüldü. Aslında insan neslinin, bu düşüncesini gerçekleştirebilecek ve savaşların üstesinden gelebilecek bir canlı. Ama öyle olmadı/olmuyor. Halbuki insanoğlunun, savaşların ve şiddetin bir şeye çözüm olmadığını, üstüne üstlük daha çok kargaşa yarattığını, tarih boyunca anlamış olması gerekirdi. Fakat buna rağmen, birilerinin çıkarları için sürekli patlak veren savaşlar, bir simülasyonun içerisinde olduğumuzu hissetmemize neden olabiliyor.
İslami anlayış, “on sekiz bin âlem”den söz edegeldi; bilindiği gibi. Ama son yüzyılda, bilimsel düzlemde de “alternatif evren ya da seri evrenler” düşüncesi revaçta. Dizi, bu husustan da bir pasaj almakta, hikayelerini oluştururken. Bu konuyu anlatmak için diyorlar ki alternatif evrenler teorisinin kurucuları: Hayatınızda verdiğiniz önemli kararların tam tersini yapsaydınız; yaşamınızın, ondan sonrasının nasıl şekilleneceğini hiç düşündünüz mü? Mesela; çok sevdiğiniz ilk sevgilinizle evlenseydiniz ya da farklı bir fakülteden mezun olsaydınız; acaba, hayatınız nasıl olurdu? Yine diyor ki bu teoriyi ortaya atanlar: Üstte düşündüğünüz şeylerin sayısız durumlarının gerçekleştiği, milyonlarca alternatif evrende, milyonlarca farklı versiyonlarınız var.
Son paragrafta toparlayalım konumuzu: Yukarıda yazılanlar doğrultusunda diziyi ve diziyi ilgilendiren bilimsel teorilerle ilişkisi varsayımını öğrendiğiniz şu anda; siz de, bir simülasyonun içerisinde, en doğru sonucu bulmaya çalışan bir koddan oluştuğunuz hissine kapıldınız mı?
Geçelim mi hatıralara? Bilindiği gibi hatıralar, kişinin benliğini oluşturmakta. Veya herhangi bir insanı, “o kişi” yapan yaşadıkları anılardır aslında. Bu durumda, insanın; hatıraları yaşadım mı yoksa kurulan simülasyonlarda, simüle edilen kişide bir karakter oluşması için ona yaşadığını düşüneceği hatıralar yüklenir. Ama bunlar, yalnızca onun zihninde varlığını sürdürür yani gerçekte yaşanmamıştır. Westworld'deki yapay zekalara da hatıralar kodlanmış durumda; yaşanmış herhangi bir durum bulunmamakta.
Peki ya insanlar da gerçekten yaşadığı şeyleri hiç yaşamadıysa? Bu sorular artabilir de, hepsini hiç yazmamış gibi silebiliriz de. Fakat düşünen bir insan olarak bizi, fazlasıyla düşündüren, söz konusu diziye bir bakmakta fayda var. Sonra da önce kendinize döndürmelisiniz nazarınızı, ardından da yaşadığımız evrene. Bu durumda; sonu gelmeyen bir bilim kurgu dizisinin baş kahramanı olarak, bizzat kendinizi izler vaziyette bulacağınıza şüphem yok. Unutmayın ki… Simülasyon olmasa da tasarlanmış bir âlemde “özgürce” sürdürdüğünüz bu hayatta, tefekkür edecek daha çok şey var.
Comments